top of page

Suriyeli Muhaliflerin Halep Harekâtı ve Gelişmelerin İran’daki Yansımaları

Yazarın fotoğrafı: Oral ToğaOral Toğa

Halep’in İran için Önemi ve İran’ın Lojistik Ağları

Suriye, nüfus yoğunluğu ve şehirleşme durumu itibariyle batıya doğru yoğunlaşan bir görünüm sergilemektedir ki bunda Suriye’nin doğusu çöl karakteri gösterirken batısının daha verimli ve yaşanabilir bölgelerden oluşması önemli bir etkendir. Bu doğal coğrafi yapı, nüfus dağılımını doğrudan etkilemiştir. Buna bağlı olarak, Halep-İdlib-Lazkiye-Humus-Şam hattı Suriye nüfusunun yaklaşık yüzde 75’ini barındırmaktadır. Dolayısıyla bu hattı elde tutmak sadece nüfusun büyük bölümünü değil, aynı zamanda ekonomik kaynakları, altyapı sistemlerini, ulaşım ağlarını ve tarım arazilerini de elde tutmak anlamına gelmektedir.  Beyrut ise bu hattın devamı niteliğinde olup hattın en güneyinde yer almaktadır. Şam ile Beyrut’un arasının kara yoluyla yaklaşık 100-110 km olduğu hatırlanmalıdır.


Halep şehri bu hattın kuzey ucunda olup Rusya ve İran’ın desteğini arkasına alan Suriye ordusu, muhalifleri 2016 yılında bu hat üzerinden çıkartmayı başarmıştır. Bu noktadan itibaren Şam’a giden yol rejim tarafından güvence altına alınmıştır. Suriye içinde kuzey-güney yönünde uzanan bu hatta ek olarak, İran-Irak-Suriye arasında uzanan hat da İran açısından kritik önemdedir. Birçok ara rotanın bulunduğu bu hatta, temelde kuzey, merkez ve güney koridorlar olarak adlandırılan rotalar bulunmaktadır. Bütün mezhebî konular ve tartışmalar bir yana bırakılırsa İran için bütün bu ulaştırma yollarının kontrolüne sahip olmak hayati derecede önemlidir.


Bu hatların İran için önemli olmasının birkaç sebebi vardır ancak, bu sebeplerden iki tanesi diğer sebeplerin önündedir. Bunlardan ilki, İran’ın “Direniş Cephesi” adıyla kavramsallaştırdığı stratejinin en önemli sütunlarından biri olan Hizbullah’a ve Lübnan’a bu hattın emniyeti sayesinde sağlanan lojistiktir. Bu hatlar adeta bir damar işlevi görmekte ve Irak’taki, Suriye’deki ve Lübnan’daki İran’la bağlantılı gruplara can suyu verecek lojistik akışı sağlamaktadır.


İkinci olarak bu yollar, İran’ın Doğu Akdeniz’e ulaşma stratejisinin de temelini oluşturmaktadır. İran bu yollar sayesinde sadece vekillerin lojistiğini değil, kendi ülkesine yönelik lojistiği de sağlamaktadır. PYD’nin ve PKK’nın Suriye ve Irak’taki varlığı sebebiyle İran-PKK-Süleymaniye iş birliğinin de temellerinden biri olan bu ağlar, İranlılara Şam’a, Lazkiye’ye ve Lübnan’a doğrudan ulaşım imkânı tanımakta ve Doğu Akdeniz’e bir çıkış sağlamaktadır.


Kaçakçılık noktasında da bahsi geçen İran-Irak-Suriye hattı oldukça önemlidir. İran’ın yaptırımlar sebebiyle ulaşamadığı birçok kalem mal bu rotalar üzerinden tedarik edilmektedir. Bunun yanı sıra uyuşturucu ve silah olmak üzere birçok mal da yine bu rotalar üzerinden geçirilmekte ve çeşitli grupların finansmanına destek sağlamaktadır. Yukarıda da değinildiği üzere Irak içindeki dağılım üç ana koridorda gerçekleşmektedir. Kuzey koridoru, İran’ın kuzeybatısından başlayıp Süleymaniye, Kerkük, Erbil ve Musul üzerinden Türkiye’nin güneyi ve Suriye’nin kuzeydoğusuna uzanmaktadır. Özellikle 2017’den beri aktif olan bu koridor, İran-Irak-Suriye-Türkiye arasında bir dörtgen oluşturmaktadır. Bu güzergâhta metamfetamin ve eroin kaçakçılığında artış gözlenmektedir.


Merkez koridoru ise Suriye’den başlayıp Irak’ın Enbar vilayetine girmektedir. Buradan bir kol Ninova’ya (kuzey), diğer kol Bağdat’a (merkez-doğu) yönelmektedir. Ana hat ise Ramadi, Felluce, Kerbela ve Necef üzerinden güneye, Suudi Arabistan ve Kuveyt’e ulaşmaktadır. Bu rotada özellikle Suriye’de üretilen captagon hapları taşınmaktadır.

Güney koridoru olarak isimlendirilen hat da İran’ın Hürremşehr limanından Irak’ın Basra ve Ümmü Kasr limanlarına uzanmaktadır. Bu stratejik ticaret noktasında birçok malın yanı sıra İran içindeki yol boyunca sınıra kadar “şûtî” denilen ucuz binek araçlarla taşınan kaçak mallar (hatta insanlar) ve özellikle Afganistan’dan da gelen metamfetamin, afyon ve esrar kaçakçılığı yapılmaktadır. Özellikle Şii nüfusun Irak’taki kutsal mekânları ziyaret etmek için Irak’a geçiş yaptığı dönemlerde (Eyyam-ı Ziyaret) taksi şoförleri ile yolcuların yanı sıra küçük teknelerle Şattülarap üzerinden taşımacılık gerçekleşmektedir.


Özetle yukarıda bahsi geçen bütün bu lojistik hatlarının hepsi yaptırımlar altında türlü zorluklar yaşayan İran için stratejik öneme sahiptir. Keza gerek Lübnan ve Suriye bağlantısı nedeniyle İsrail’e yönelik caydırıcılığını sağlamak gerek askerî doktrininin en önemli konseptlerinden olan ileri savunma konseptini uygulamak için hayati önemdedir. İran’dan gelen ve Halep’in stratejik önemi ile “Direniş Ekseni’nin nefes almasını” vurgulayan açıklamaların sebebi de buradan kaynaklanmaktır. Başka bir deyişle Halep’in “anahtar” olarak tanımlanmasının sebebi, kabaca “sola doğru yatay bir T” şeklinde tarif edilebilecek bu yolların öneminden kaynaklanmaktadır.


Muhaliflerin Halep’teki Başarısının İran’daki Yansımaları

Muhaliflerin herkesi şaşırtacak bir süratle Halep’e ilerlemesi ve başarılı olması İran’da ilk andan itibaren büyük bir tepkiyle karşılanmıştır. Sosyal medyadaki trol hesaplar ve trol gibi davranarak sosyal mecralardaki etkisini sıcak tutmak isteyen bazı bilinen isimler Türkiye’ye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a oldukça ağır hakaretler yağdırmaya başlamıştır. Basının ve sosyal medyadaki trol hesapların bu tavrına karşın İranlı makamlar daha itidalli davranmış ve Türkiye’yi suçlayıcı açıklamalardan uzak durarak Suriye’ye ve Suriye’deki yönetime destek açıklamaları yapmışlardır.


Olay daha sıcakken İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü İsmail Bekayi, İran’ın Halep Başkonsolosluğu’na bazı silahlı unsurların saldırdığını ve saldırıyı şiddetle kınadığını belirtmiştir. Bekayi “Astana sürecinin üç garantörü arasındaki mevcut anlaşmalara göre Halep ve İdlib’in dış mahalleleri gerilimi azaltma bölgeleri olarak biliniyor ve terörist grupların bu bölgelere saldırması ise Astana süreci anlaşmalarının ağır ihlali olup, bu sürecin olumlu kazanımlarını ciddi risk altına sokmaktadır.” demiştir. Muhafazakâr cenahın önemli isimlerinden İslami Şûra Meclisi Başkanı Muhammed Bakır Bakır, “Yeni terörist-tekfirci grupların hareketleri, Amerika ve gayrimeşru Siyonist rejiminin planının parçasıdır. Suriye’nin komşuları uyanık olmalı ve onların planlarına düşmemelidir. İran İslam Cumhuriyeti ve direniş ekseni, Siyonist rejimi yenilgiye uğrattıktan sonra, tıpkı geçmişte olduğu gibi, yeni bir komploya karşı Suriye devletine ve halkına destek olmaya devam edecektir.” açıklamasında bulunmuştur. Son olarak İran’ın Beyrut Büyükelçisi “Rusya, İran ve Suriye olarak önceki yıllarda Suriye’de yaşananların tekrarlanmasına izin vermeyeceğiz.” demiştir.


Olayın ertesi gününde özellikle muhafazakâr İran basınında çok daha sert bir dil kullanılmıştır. Basının ve sosyal medyadaki paylaşımların ana argümanları şu şekilde sıralanabilir:

  • “Türkiye, İsrail ile ortak hareket ediyor.”

  • “Siyonist ordu Gazze’de katliam yaparken Erdoğan’ın askerleri neredeydi?”

  • “Türkiye Selefileri destekliyor.”

  • “Müslümanlar arasında Türkiye tarafından fitne çıkarılıyor.”

  • “İsrail Gazze ve Lübnan sonrasında Türkiye ile birlikte yeni bir cephe açıyor.”


Özellikle Hakan Fidan ile Abbas Arakçi’nin 2 Aralık Pazartesi günü yaptıkları görüşmenin ertesi günü basında kullanılan dil biraz daha yatışmış, Hicap Yasası ile Cevad Zarif’in dünyaya yaptığı diyalog çağrısı gündemin üst sıralarına yerleşmiştir. Yine de Halep meselesi gündemdeki yerini azalsa da korumuştur. Örneğin 3 Aralık günü Tasnim Haber Ajansı’nda “Suriye’de Terörizm Kartına Oynamanın Türkiye’ye Yönelik 5 Tehdidi” başlığıyla yayımlanan haber-analiz yazısında mevcut durumun Türkiye açısından beş potansiyel risk barındırdığı öne sürülmüş ve “uyarılarda” bulunulmuştur. Bunlar, Türkiye’nin ABD-İsrail planlarında araçsallaşma riski; direniş ekseniyle ilişkilerin bozulması ihtimali; terör örgütlerinin kontrolden çıkma olasılığı; turizm sektörünün zarar görme potansiyeli ve Kürtlerle yaşanabilecek olası gerilimler olarak listelenmiştir. Yazı, bölgesel istikrar için bu risklerin göz önünde bulundurulması gerektiği vurgusuyla sonlanmaktadır.


Benzer şekilde aynı gün İtimad gazetesinde “Türkiye’nin Suriye’deki Gerginliklerin Artmasında Fırsatçılığı” başlığıyla bir köşe yazısı yayımlanmıştır. Yazar Haşmetullah Felahatpişe, Türkiye’nin “Orta Asya ve Kafkaslardan savaşçı devşirdiğini,” “Suriyeli mülteci kamplarından militan yetiştirdiğini,” “NATO üyeliğini kullanarak Batı-İslam dünyası arasında ikili oynadığını” iddia etmiştir. Suriye’deki istikrarsızlığın nedenlerine de değinen yazar, gerekçe olarak “Esed yönetiminin Suriye’de hakimiyet kurmak için birçok fırsatı kaçırdığını,” “Kanlı savaştan sonra iktidarı ele geçirse de halkın desteğini demokratik bir plan çerçevesinde kazanamadığını” ve “Demokratik reformlara yanaşmadığı için Suriye’deki ekonomik ve siyasi krizlerin devam etmesini” göstermektedir.


Hakan Fidan-Abbas Arakçi Görüşmesi

Çatışmaların patladığı ilk andan itibaren İran Dışişleri Bakanlığı aktif olarak diplomatik süreci işletmeyi tercih etmiş ve İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi önce Şam’a gitmiş ardından Ankara’ya gelerek Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile görüşmüştür. Görüşme sonrası yapılan basın açıklamalarında Türkiye tarafı İran ve Türkiye arasında gelişen ilişkileri, Suriye’nin toprak bütünlüğünün önemini, Türkiye’ye yönelik terör tehdidine tolerans gösterilmeyeceğini, Suriyeli muhaliflerle Esed arasındaki çözümsüzlüğün bu çatışmalara sebep olduğunu vurgulamıştır. İran tarafı ise Türkiye’den de Suriye’ye yönelik destek talebinde bulunmuş ve “Komşu ülkeler olarak etkili ve hızlı girişimlerde bulunup, Suriye’de güvenlik ve istikrarın zedelenmesini engellememiz gerekiyor.” demiştir.


İbrahim Reisi’nin ölümünden bu yana İran, yaşanan her gelişmede diplomatik anlamda aktif, esnek ve diyaloğa açık bir tutum sergilemektedir. Nitekim bu krizde de İranlı makamlar hızlı bir şekilde aksiyon almış ve uzaktan basın açıklamaları ile süreci yürütmek yerine Türkiye ile doğrudan diyalog kurma yoluna gitmiş ve ortak çözüm arayışını tartışmışlardır.


İran’ın Kaygıları ve Türkiye’nin Meseleye Yaklaşımı

Türkiye, İran’ı hasım olarak tanımlamamakta, İran’ın bölgedeki diğer mücadele alanlarına doğrudan müdahil olmamaktadır. Aksine, yaşanan her olayda tansiyonu her daim düşürmeye ve arabuluculuk yapmaya gayret göstermektedir. Suriye özelinde Türkiye’nin en büyük endişesi kendi ulusal güvenliğini tehdit eden konulardır. Dolayısıyla İran tarafından gelen “Türkiye’nin İsrail’le birlikte yeni cephe açtığı,” “İran’ı ve direniş eksenini yok etmek için ABD ile iş birliği yaptığı” savları doğru değildir. Zira Suriye’de on beş yıla yaklaşan savaşın Türkiye’ye olan maliyeti ortadadır. Var olan kaos hali ve parçalanmışlık durumu Türkiye’nin ve bölgenin doğrudan güvenliğini tehdit etmektedir. Suriye’nin toprak bütünlüğüne her fırsatta vurgu yapan Türk makamlar, Suriye meselesinde bütün Suriye halkını kapsayacak bir yolun gerekliliğini yine her fırsatta dile getirmektedir. Son on yılda Türkiye’ye yönelik birçok terör faaliyetinin Suriye’deki mevcut durumdan kaynaklandığı gerçeği de ortadadır.


Sonuç

Suriye’nin kuzeyinde bir hareketlenmenin olduğuna yönelik haberler iki aydır hem İran basınının hem İran istihbaratının gündemindeydi. Ancak kimse bu hareketin bir gün gibi kısa sürede Halep’i düşürecek boyutta olacağını öngöremedi. Bu gelişmeleri “Türkiye’nin İran ve Suriye aleyhinde yürüttüğü bir faaliyet” olarak açıklama çabası sahadaki gerçekliği ve yerlerinden edilmiş insanların iradesini görmezden gelmek olacaktır. Astana sürecinin hedefi tansiyonu düşürüp tarafların bir çözüm bulmasını sağlayacak ortamı yaratmaktı. 13 yıldır süren çözümsüzlüğün ardından ısrarlı bir şekilde muhaliflerin meşru taleplerinin göz ardı edilmesi ile bu noktaya gelindiği gözden kaçırılmamalıdır.


Suriye’nin toprak bütünlüğünü arzulayan Türkiye ise Suriye’deki tarafların normalleşmesi sürecinde her türlü desteği vereceğini defalarca açıklamıştır. Türkiye-Suriye normalleşmesi konusunda da Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından birçok kez Suriye yönetimine normalleşme süreci için el uzatılmıştır. Şam yönetiminin terör örgütlerine karşı tavrı netleşir, muhaliflerin meşru talepleri dikkate alınırsa süreç hızlı bir şekilde sönümlenecek ve bir çözüme kavuşacaktır. Astana sürecinin taraflarının arzusunun da bu yönde olduğu görülmektedir. Burada Şam yönetiminin göstereceği tavır oldukça önemlidir.


Halep’te yaşananların, özellikle Devrim Muhafızları Ordusu’nun yıllar boyunca Suriye sahasında yaptığı yatırımlara zarar vereceği endişesi İran’daki tepkinin esas sebebidir. Keza Hizbullah’ın aldığı ağır stratejik darbelerin hemen ardından Suriye’de de olası bir alan kaybına İran yönetimi izin vermek istememektedir. Zengezur Koridoru konusunda da Türkiye’ye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ağır hakaretlerde bulunan Ebu’l-Fazl Zührevend gibi isimler, bu sebeple karalayıcı açıklamalarını sürdürmeye devam etmektedirler. Ancak İran’daki müesses nizamın ve hükûmetin genel tavrının bu gibi isimlerden ayrıştığı net bir şekilde görülmektedir. İranlı makamların bundan sonraki tavrının da gerginliği büyütmeden soğukkanlı bir şekilde ve taraflarla koordinasyon içerisinde çözüme yönelik olacağı söylenebilir. Nitekim ilk andan beri İranlı makamlardan, İran’ın duruşunu net bir şekilde belirten ancak saldırgan olmayan soğukkanlı ve sakin açıklamalar geldiği görülmektedir. Lübnan’da da çatışmaların sonlanmasını isteyen İran tarafından, sahadaki değişen gerçeklikle birlikte hem Türkiye ile Suriye’nin normalleşmesi hem de ülke içindeki muhaliflerle rejimin normalleşmesi konusunda Şam yönetimine yönelik daha fazla ağırlığını koyması beklenebilir.


 

Bu yazı ilk olarak 04.12.2024 tarihinde İRAM'da yayınlanmıştır.

Kommentare


IMG_3253.JPG

Merhaba!

Eğer yazılarla ilgili bir görüşünüz veya yorumunuz varsa aşağıdaki yorum kutucuğuna yorumunuzu bırakabilir veya iletişim bölümünden benimle temasa geçebilirsiniz.  Son olarak burada yayınlanan yazıların tamamı şahsi görüşlerim olup hiçbir kurumu veya kuruluşu bağlamadığını hatırlatmak isterim.

İyi okumalar dilerim.

bottom of page