top of page

Kavramsal Düşünce: Kavramlardan Bir Dünya Yaratmak

Yazarın fotoğrafı: Oral ToğaOral Toğa

Adını Koymak

Bir şeyin adını koymak...


Ne kadar önemli olabilir ki?


Çoğumuzun normalde üstünde çok durmadığı bir konu. Oysa insanı insan yapan, bilimin kapılarını açan oldukça önemli ve kritik bir konu bu.


Dil, isimler, kavramlar... Hepsi o kadar iç içe kavramlar ki... Bu yazıda biraz buna değineceğim.


Yer Yüzünün Halifesinin En Büyük Vasfı Neydi?

"Hani Rabbin meleklere, ben yeryüzünde mutlaka bir halife yaratacağım demişti. Demişlerdi ki: Orada bozgunculuk edecek ve kan dökecek birini mi yaratacaksın? Biz, sana hamd ederek noksan sıfatlardan arılığını söylemede, seni kutlamadayız ya; ben, sizin bilmediğinizi bilirim demişti.


Âdem'e bütün adları bildirmişti de meleklere o adlarla anılan şeyleri gösterip hadi demişti, doğrucuysanız bunların adlarını haber verin.


Demişlerdi ki: Noksan sıfatlardan seni arı biliriz, bize bildirdiğin şeylerden başka bilgimiz yok. Şüphe yok ki sen, her şeyi bilirsin, hüküm ve hikmet sahibisin.


Demişti ki: Ey Âdem onlara, yaratıkları adlarıyla haber ver, Âdem, her şeyi adlı adınca haber verince demişti ki: Ben size demedim mi, göklerdeki gizli şeyleri de bilirim, yeryüzünde ki gizli şeyleri de. Açığa vurduğunuzu da bilirim, gizlediğinizi de.


(Bakara 30,31,32 ve 33. Ayetler)


Âdem'i yeryüzüne halife kılan en önemli şey cisimlere isim verebiliyor oluşuydu... Nitekim Âdem'i ve çocuklarını yeryüzünün sahibi yapan şey de bu oldu; ad koymak.


Bu sadece Kur'an'da böyle değil, bakın başka kitaplar ve mitolojiler neler diyor:


"Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı'yla birlikteydi ve Söz Tanrı'ydı. Başlangıçta O, Tanrı'yla birlikteydi. Her şey O'nun aracılığıyla var oldu, var olan hiçbir şey O'nsuz olmadı."

-İncil, Yuhanna Kitabı, 1:1-3


"RAB Tanrı, yerdeki bütün hayvanları ve gökteki bütün kuşları topraktan yarattı ve onlara ne ad vereceğini görmek için Adem'in yanına getirdi. Adem her birine ne ad verdiyse, o canlıların adı o oldu. Adem bütün evcil ve yabanıl hayvanlara, gökteki kuşlara ad koydu."

Tevrat, Yaratılış Kitabı, 2:19-20


"İnsanlar mısırdan yaratıldı ve tanrılar onlara konuşma yeteneği verdi. Bu, onların diğer yaratıklardan üstün kılan bir özellikti, çünkü ad koyabilme ve iletişim kurabilme yeteneğine sahiptiler."

Popol Vuh, Maya Mitolojisi


"Vak (Söz) her şeyin başlangıcıydı. O, tanrıların en yücesiydi. Vak sayesinde insanlar tanrılarla iletişim kurar ve bilgiyi paylaşır."

Rigveda, Hindu Mitolojisi


"Ptah, dünyayı kalbiyle düşündü ve diliyle söyledi. O'nun sözüyle her şey var oldu."

Ptah Efsanesi, Mısır Mitolojisi


"Konfüçyüs dedi ki: 'Adlar doğru olmalı. Adlar doğru olduğunda dil doğru olur. Dil doğru olduğunda işler doğru olur.'"

Lunyu (Analects) 13:3, Konfüçyüsçülük


"Hesiod’un Theogony'de, tanrılar ve insanların isimleri verilirken, isimler onların doğalarını ve rollerini belirler."

Theogony, Hesiod, Yunan Mitolojisi


"Unkulunkulu (Yüce Tanrı), ilk insanları ve dünyayı yaratır ve onlara isimler verir. İsimler, varlıkların doğasını ve görevlerini belirler."

Zulu Mitolojisi


"Tanrılar Yggdrasil ağacının köklerinden çıkan insanlara isim verir ve onlara ruh üfler."

Völuspá, İskandinav Mitolojisi


"Düş Zamanı'nda yaratıcılar, hayvanlara, bitkilere ve insanlara isimler verir ve onları dünyaya yerleştirir."

Düşzamanı, Aborjin Mitolojisi


"Marduk, kaos tanrıçası Tiamat'ı yendikten sonra evreni düzenler ve insanları yaratır. Tanrılar, insanlara çeşitli görevler ve isimler verir."

Enuma Eliş, Babil Mitolojisi


"İlk insanlar dört dünyayı geçerek beşinci dünyaya gelirler. Tanrılar, bu insanlara ve hayvanlara isimler verir ve onları yeni dünyada yerleştirir."

Navajo Mitolojisi, Dört Dünya Hikayesi


"Nü Wa, insanları sarı topraktan yaratır ve onlara isimler verir."

Nü Wa Efsanesi, Çin Mitolojisi


"Izanagi ve Izanami, Japon adalarını ve tanrıları yaratır. İnsanlar ve diğer varlıklara isim verirler."

Kojiki ve Nihon Shoki, Japon Mitolojisi


"Amma, toprak ile birleşerek ilk insanı yaratır ve ona isim verir. İsimler, varlıkların doğasını ve görevlerini belirler."

Dogon Mitolojisi


Şeylere isim verebilmek insana özgü bir şey.

Bu basit ve somut şeyler olabilir. Mesela masa olur, sandalye olur, kitap olur... Soyut ise bambaşka bir seviye. Yabancı dil öğrenirken önce somut şeyleri öğreniriz. En zor sözcükler ise bir durumu veya olayı anlatan soyut sözcükler olur genelde. Ancak öğrenilen her kavram kişinin bilincinde bir sıçrama yaratır. Geliştirir.


Toplumlar da böyledir. Âdem gibi, "şeylere" kendi adlarını koyabilen toplumlar hep gelişme göstermiştir. Diğer toplumlar üzerinde de askeri olmayan bir otoritenin sahibi olurlar. Gelin biraz da işin bilimsel yanına değinelim.


Jean Piaget'nin Bilişsel Gelişim Teorisi

Jean Piaget, çocukların bilişsel gelişim süreçlerini inceleyen ve bu alanda önemli katkılarda bulunan bir psikologdur. Piaget'nin bilişsel gelişim teorisi, çocukların dünyayı nasıl algıladığını ve anladığını açıklamaya çalışır. Teori dört ana aşamadan oluşur:


  1. Duyusal-motor dönem (0-2 yaş),

  2. İşlem öncesi dönem (2-7 yaş),

  3. Somut işlemler dönemi (7-11 yaş)

  4. Soyut işlemler dönemi (11 yaş ve üstü)


Her aşama çocuğun bilişsel yeteneklerinde belirgin değişiklikler ve ilerlemeler içerir. Örneğin, duyusal-motor dönemde çocuklar nesnelerin sürekliliğini anlamaya başlarken, somut işlemler döneminde mantıklı düşünme ve sınıflandırma yetenekleri gelişir.

Jean Piaget

Piaget'nin teorisine göre çocuklar aktif öğrenicilerdir ve bilgiyi kendi deneyimleriyle inşa ederler. Bu süreçte çocuklar iki temel bilişsel süreç kullanır: özümleme ve uyum. Özümleme, yeni bilgilerin mevcut bilişsel yapılarla uyumlu hale getirilmesi sürecidir. Uyum ise, yeni bilgilerle karşılaşıldığında bilişsel yapının değiştirilmesi sürecidir. Örneğin, bir çocuk bir köpeği tanıdıktan sonra, benzer dört ayaklı ve havlayan bir hayvanı da köpek olarak tanımlar (özümleme), ancak bir kedinin farklı bir hayvan olduğunu öğrenmesi gerektiğinde bilişsel yapısını değiştirir (uyum).


Piaget, çocukların bilişsel gelişiminde oyunun önemli bir rol oynadığını savunur. Oyun, çocukların gerçek dünyayı anlamalarına ve kendi bilişsel yapılarını geliştirmelerine yardımcı olur. Örneğin sembolik oyunlar, çocukların işlem öncesi dönemde nesneleri ve olayları temsil etme yeteneklerini geliştirir. Somut işlemler döneminde ise kurallı oyunlar, mantıklı düşünme ve problem çözme becerilerini pekiştirir. Bu nedenle, Piaget eğitimde oyun temelli öğrenmenin önemini vurgulamıştır.


Piaget'nin teorisi, eğitimde önemli uygulamalara sahiptir ve birçok eğitim programının temelini oluşturur. Öğretmenler, Piaget'nin aşamalarına dayanarak, öğrencilere uygun öğrenme materyalleri ve etkinlikler sunar. Örneğin, işlem öncesi dönemdeki çocuklar için görsel ve işitsel materyaller kullanılırken, somut işlemler dönemindeki çocuklar için deneyler ve manipülatif materyaller kullanılabilir. Bu yaklaşım, çocukların bilişsel gelişimlerini desteklemeyi ve öğrenme sürecini daha etkili hale getirmeyi amaçlar.

Lev Vygotsky'nin Sosyal Gelişim Teorisi

Lev Vygotsky, bilişsel gelişimin sosyal etkileşimler ve kültürel bağlamlarla şekillendiğini savunan bir psikologdur. Vygotsky'nin sosyal gelişim teorisi, bilişsel gelişimin sosyal etkileşimler ve dil yoluyla gerçekleştiğini vurgular. Ona göre, çocuklar başkalarıyla etkileşimde bulunarak bilgi edinir ve öğrenirler. Özellikle, daha yetkin bireyler (örneğin, öğretmenler, ebeveynler) çocuklara rehberlik ederek onların bilişsel gelişimlerini destekler. Vygotsky, bu süreci "yakınsal gelişim alanı" (ZPD) kavramıyla açıklar.


Yakınsal gelişim alanı (ZPD), bir çocuğun tek başına yapamayacağı ancak rehberlik ve destekle yapabileceği görevleri ifade eder. Vygotsky, öğrenmenin en etkili olduğu yerin bu alan olduğunu savunur. Örneğin bir çocuk tek başına zorlandığı bir matematik problemini, öğretmeninin yardımıyla çözebilir. Bu rehberlik süreci, çocuğun mevcut yeteneklerini aşarak daha ileri bilişsel beceriler geliştirmesine olanak tanır. ZPD, öğretim stratejilerinde önemli bir rol oynar ve öğretmenlerin öğrencilerin öğrenme potansiyelini maksimize etmelerine yardımcı olur.


Vygotsky'nin teorisinde dilin rolü çok önemlidir. Dil, bilişsel gelişimi destekleyen ana araçlardan biridir ve sosyal etkileşimler yoluyla öğrenilir. Vygotsky'ye göre, dil başlangıçta sosyal bir araç olarak kullanılır ve daha sonra bireyin içsel düşünme süreçlerinde önemli bir rol oynar. Örneğin, çocuklar önce başkalarıyla iletişim kurarak dili öğrenirler ve daha sonra bu dil becerilerini kendi düşünme süreçlerinde kullanmaya başlarlar. Bu süreç, "özel konuşma" ve "içsel konuşma" kavramlarıyla açıklanır.


Vygotsky, oyun ve taklit yoluyla öğrenmenin önemini de vurgular. Oyun, çocukların sosyal rolleri ve normları anlamalarına ve bilişsel becerilerini geliştirmelerine yardımcı olur. Örneğin, çocuklar oyun oynarken farklı sosyal rolleri canlandırır ve bu süreçte empati, problem çözme ve işbirliği gibi beceriler geliştirirler. Taklit ise, çocukların daha yetkin bireylerden öğrendikleri davranışları ve becerileri tekrar etmelerini sağlar.


Vygotsky'nin teorisi, eğitimde işbirlikçi öğrenme stratejilerini destekler. Öğretmenler, öğrencilerin birbirleriyle ve öğretmenlerle etkileşimde bulunarak öğrenmelerini teşvik eder. Örneğin, grup çalışmaları ve tartışma etkinlikleri, öğrencilerin ZPD'lerinde rehberlik ve destek alarak daha karmaşık bilişsel beceriler geliştirmelerine yardımcı olabilir. Bu yaklaşım, öğrenmenin sosyal bir süreç olduğunu ve öğrencilerin birbirlerinden öğrenme potansiyellerini maksimize etmelerini vurgular.


"Benimle Ezberden Konuşma"

İnsan taklit eden bir maymundur. Muazzam bir taklit yeteneği vardır ve dil içindeki hemen her şeyi taklit yoluyla öğrenir. Önce dinler, sonra o dinlediği sesleri taklit eder. Taklit ettiği şey işe yarayınca kalıplaşır ve kalıcı hale gelir. "Ahmeeeet, baba nerde baba?" denir ve baba gösterilir. Çocuk bir süre -misal- babasının kucağına gitmek istediği zaman basit bir hece tekrarı olan "baba" sözcüğünü söyler. Ve bingo. Çocuk babasının kucağına geçer. Böylece bunun çalıştığını öğrenmiştir. Bu yüzden zaten yabancı dil öğrenmenin Türkiye'deki en büyük zorluğu geri dönüş (feedback) alabileceğimiz bir alanımızın olmaması. Doğru mu konuşuyoruz, doğru mu telaffuz ediyoruz, doğru mu duyuyoruz hiç bilmeden dil öğrenmeye çalışıyoruz. Sonuç olarak öğrendiğimiz şey kağıt üzerinde kalıyor. Hayata yansımıyor.


Bu ezber meselesi bebeklikte kalmıyor elbette. Bir dizi izliyoruz, film izliyoruz kendimizi karakterle özdeşleştiriyoruz ve onun gibi konuşmaya başlıyoruz. Ayağımızı masaya vurduğumuzda ettiğimiz küfürden aşktan çıldırırcasına duygu taşması yaşadığımız anlarda sarfettiğimiz her cümleyi geçmişte bir yerden duymuş oluyoruz genelde. Bu kötü bir şey değil elbette. Lakin eğitimli insan ile eğitimsiz insan arasındaki en büyük ayrım bu noktada belli ediyor kendisini.

Açıklayayım.


Günlük hayatın akışı içinde ezberden yapılan konuşmalar ve söylemler çok da rahatsızlık yaratmazlar. Ancak bir insan nasıl hissettiğini, nasıl düşündüğünü başkasına anlatmak istediği zaman; ister dinleyen taraf olsun ister konuşan taraf kafasındaki kavram dünyası her şeyi ortaya koyar. Dil konusuna ciddi kafa yormuş Ludwig Wittgenstein’ın harika bir sözü vardır: “Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır.” Diliniz, sahip olduğunuz kelimeleriniz ve idrak ettiğiniz olgular kadar bu dünyayı anlayabiliyorsunuz. Ötesine geçmek isteseniz bile mümkün değil. Bunun tek yolu anadiliniz başta olmak üzere dili iyi öğrenmek ve kavram dünyanızı zenginleştirmekten geçer. Bunun için de insan; kaliteli insanlarla sohbetler etmeli, onu zihnen geliştirecek kaliteli bir çevre edinmeli ve çokça okumalı.


Peki bir bebek kendisini ifade edemediğinde ne yapar?


Ağlar.


Yaşı biraz büyükse bağırır, olay çıkarır. Çünkü anlaşılmak bir ihtiyaçtır.


Bütün ilişkiler "bu kişi beni anlıyor" ile başlar, "sen beni anlamıyorsun" ile biter. Anlamak yakınlaştırır. Anlamayanlar ise o meşhur Latin deyişindeki gibi sadece “lanetlerler”.


Peki ezberden konuşan ve kavram dünyası dar olan biriyle nasıl anlaşabiliriz? Anlaşamazsınız, güdersiniz. Anlaşmak iletişim gerektirir, duygular ise güdülür, yönetilir. Öte yandan bu kişi kendisini ya sürekli yanlış ifade edecektir ya da sürekli sizi yanlış anlayacaktır. Kendini ifade edemeyen kişi ne yapar peki? Çoklukla şiddete başvurur. Manipülasyonlara başvurur. İletişim olmaz kısacası, hayvanca gütme veya güdülme kavgası olur. Kim kime otorite kuracak yarışı olur. Şekilerle, sembollerle mesaj verme çabası olur. Hep daha iri görünme çabası vardır. Daha güçlü, daha statülü, daha zengin, daha zeki görünme çabası yürür gider. Ancak kesinlikle iletişim yoktur. Zira iletişim kuracak, duygularını anlatacak, düşüncelerini temellendirecek kendine ait kelimeleri yoktur. Zihinsel alt yapısı yoktur. Kelimeler zihninde uçuşuyordur sadece ve duygularının esiri bir şekilde her sözcük bir duygusunu ifade etmek için vardır. Düşünceye dair bir şey pek olmaz. Onun yerine ezberler, inançlar, dogmalar vardır.


Kısaca çocukluktan bu yana bir şey değişmemiştir pek.


Maymundan hiçbir farkı yoktur özetle.


Bebeklikten beri bir arpa boyu ilerleyemediği için zihni, bu kişiler kendilerni ifade edemediğini düşündüğü her an bağırmaya başlar, "Kızım sen beni delirtmek mi istiyorsun" der masaya vurur, "Konuşma benimleeeee hayvan" der trip atar. Anlaşma falan yoktur özetle. Karşılıklı menfaatler ve ihtiyaçların giderilmesi için yapılan iş birlikleri vardır.


Kendini Yaratan İnsan

İnsan kendi kendini eğitebilen, kendini özgür iradesiyle bir yola sokabilen muhteşem bir hayvan. Tercihlerimiz hayatımızı öylesine etkilyor ki genellikle herkes tercihlerinin sonuçlarını yaşıyor oluyor. Sabah erken kalkmak veya kalkmamak bir tercihtir, kader değil. Çatal bıçak kullanımını doğru şekilde öğrenmek ve hayatın içinde uygulamak bir tercihtir. O kitabı okumak da bir tercihtir, ertelemek de... Özetle genellikle bilmeden yaptığımız binlerce tercih bizi bugünlerimize getiren şey oluyor.


Dil ise bu hayvanın yegane silahı. Ne kürkü ne keskin dişleri ne de pençeleri var... Balık gibi yüzemez, kuş gibi uçamaz... Ama kelimeleri sayesinde bugün Mars'ta koloni kurmaya çalışıyor. Buna geleceğim.


Fikrimce kişisel tercihlerimiz, dert sahibi olup olmamamızla da çok alakalı. Öz saygısı olan birinin saygı arayışı bitmez. Saygın bir yaşam için ne gerekiyorsa onu yapmaya meyillidir. Bir hatanın içindeyse hızlıca döner, bir şey ona saygısızca geliyorsa o şeyle hemen ilişkisini keser. Bu yüzden öz saygı, öz sevgi, öz güven her şeyin başı. Bunlara sahip olmayan biri için dibin bir sonu yok...


Her sorunun çözümü gibi bunun da çözümü "ad koymakla" başlıyor. Başka bir deyişle önce teşhis, sonra tedavi. "Ben bunu yapmakla kendime saygısızlıklık yapıyorum" öz farkındalığı birinci aşamadır. Bunu dert edinip çözmeye giriştiğinde ise artık bambaşka bir konu vardır. Teşhis yetmez, çaba da lazım. Bu da yine tanımlarla, şeylere doğru adlar koymakla çok alakalıdır. Kişiler şeylere olduğundan başka adlar vererek yanıltırlar kendilerini. Oysa hayatta her şeyin çözümü "göte göt demekle" yani bir şeyin adı neyse onu olduğu gibi doğru tanımlamaktan geçiyor.


Mesela aile nedir? Saygı nedir? Demokrasi nedir? bunların hiçbirinin bana göresi sana göresi olmaz. Sözlük tanımı bellidir, açarsın bakarsın. Felsefe işe tanımlamakla başlar. Her filozofun olgulara karşı bilgi feslefesi veya varlık felsefesi penceresinden tanımları olur. Sonra bu tanımlar üzerinden fikirlerini inşa eder. Bir şeyi tanımlamak, temel atmaktır.

Akademik ilerleme de böyledir. Hangi konuda uzmanlık iddiasındaysan önce o disiplinin temel kavramlarını öğrenmelisin. Ardından bu kavramların oturduğu bağlamları içselleştirmek ve bağlam üzerinden okuma yapabilecek seviyeye gelmelisin. Tanımlar ve bağlamlar da iç içedir ama o başka bir konu olduğundan belki başka bir yazıda değinirim.


Hülasa iki şey var önümüzde: 1- Neyle karşı karşıya olduğunu tanımlayacak zihni olgunluğa erişebilmek 2- O şeye karşı nasıl pozisyon alacağın. Nereye konumlandıracağın ve hangi bağlama oturtacağın...


Fikrimce insan kendine şu soruyu sormalı: Bu kullandığım kavramı yahut bildiğimi sandığım bunca şeyi, gerçekten idrak seviyesinde mi biliyorum yoksa bir yerlerden mi ezberledim?


"Kaleme ve Yazdıklarına Andolsun"

Bir kalem nasıl bir fark yaratabilir? Yukarıda demiştim; insanın pençesi, kürkü, dişleri yok ama insanın kelimeleri ve kalemi var. Bir uçak düşünün. Bir uçağın uçabilmesi için elektronikten metalurjiye, fizikten kimyaya, bilgisayar teknolojilerinden mühendislik bilgisine kadar onlarca konuda uzmanlık gerekiyor. Üzerindeki kaplamalar, içindeki pazarlama ürünü eşyalar ve bilet satışı gibi konular dahi reklamcılık, işletme ve pazarlama gibi ayrı alanların konusu. İşin en etkileyici yanı ise tüm bunların bir kalem üzerine yükseliyor olması. Birisi yazıyor, başkası okuyor. O başkası okuduklarını damıtıyor ve yeni şeyler yazarak başka bir şey koyuyor üzerine. Tuğla tuğla inşa oluyor medeniyet.


Bir dakika durun ve kalemin medeniyetimizdeki katkısı hakkında bir düşünün. Kalemin, insanı nasıl insan yapabileceğini ve verdiği gücü de... Eli kalem tutan ile tutmayan bir mi? Yazabilmek ile konuşabilmek aynı şey mi? Bir dilde (anadilin bile olsa) en zor ve en son öğrenilen şey yazmak değil mi?


Biraz teolojik ama sevdiğim bir şey olduğu için burada paylaşmak istiyorum. Herkes Kur'an'daki ilk ayetten bahseder. Meşhurdur, Alak suresi ve "Oku". Peki ikinci inen sure nedir diye bir gün kendime sordum ve "Kalem" suresi olduğunu gördüm. Yani ilk sure oku derken ikinci surede kainatın yaratıcı olduğunu iddia eden bir varlık güneşe, aya değil, kaleme yemin ediyordu. "Nûn, Kaleme ve yazdıklarına andolsun." diyordu. Sadece bu da değil, Meşhur Alak suresinde (kabaca çevirirsek) "Rabbin en cömerttir" deyip ardından "ellezi" bağlacıyla onun cömertiğinin sebebini "insana kalemi öğreten, insana bilmediğni öğreten" olmasına bağlıyor. Eski Ahit’te de Süleyman'ın Özdeyişleri bir o kadar bilgiyi ve bilgeliği kutsamaktadır. İlgilisine mutlaka öneririrm.


Kavramsal Düşünebilmek

Onca sözden sonra havada kalmaması adına kavramsal düşünce meselesini biraz daha netleştirelim. Kolay anlaşılması için çoğunlukla madde madde ilerleyeceğim.


Kavramsal düşünce, soyut fikirleri ve karmaşık kavramları anlama, işleme ve bunlar arasında bağlantılar kurma yeteneğidir. Bu düşünce biçimi, somut nesneler veya durumlar yerine genel ilkeler ve soyut kavramlarla çalışmayı içerir. Kavramsal düşünce sayesinde insanlar:


  1. Bilgiyi kategorize edebilir ve organize edebilir

  2. Farklı fikirler arasında ilişkiler kurabilir

  3. Karmaşık problemleri analiz edebilir ve çözümler üretebilir

  4. Yeni ve yaratıcı fikirler geliştirebilir

  5. Geniş ölçekli sistemleri ve süreçleri anlayabilir


Bu düşünce tarzı, günlük yaşamdan bilimsel araştırmalara, sanatsal yaratıcılıktan iş stratejilerine kadar birçok alanda önemli bir rol oynar.


Kavramsal düşünce, doğuştan gelen bir yetenek olmakla birlikte, bilinçli çaba ve uygun stratejilerle geliştirilebilir. Peki nasıl geliştirebiliriz?


  1. Zihinsel Haritalama: Kavramlar arasındaki ilişkileri görselleştirmek için zihinsel haritalar oluşturmak, kavramsal düşüncenin geliştirilmesinde etkili bir yöntemdir. Bu teknik, bilginin organize edilmesine ve kavramlar arasındaki bağlantıların keşfedilmesine yardımcı olur.

  2. Disiplinlerarası Öğrenme: Farklı disiplinler arasında bağlantılar kurmak, kavramsal düşünceyi besler. Örneğin, sanat ve bilim arasındaki ilişkileri incelemek, her iki alanın da daha derin anlaşılmasını sağlayabilir.

  3. Soyut Problemler Üzerinde Çalışma: Matematiksel problemler veya felsefi düşünce deneyleri gibi soyut problemlerle uğraşmak, kavramsal düşünce becerisini geliştirir.

  4. Metafor ve Analojiler Kullanma: Karmaşık fikirleri daha tanıdık kavramlarla ilişkilendirmek, soyut düşünceyi güçlendirir ve yeni bağlantıların kurulmasını sağlar.

  5. Eleştirel Sorgulama: Varsayımları sorgulama ve farklı bakış açılarını değerlendirme alışkanlığı, kavramsal düşüncenin temel bir bileşenidir.


Yukarıda uzun uzadıya yazdığım üzere kavramsal düşüncenin geliştirilmesi, bireylerin ve toplumların karmaşık problemlerle başa çıkma, çözümler üretme ve dünyayı daha bütüncül bir şekilde anlama kapasitesini artırır.

Peki günlük hayatta bize muhteşem yetiler kazandıracak bu şey neye vesile olur derseniz kabaca şöyle sıralayabilirim:


1. Zihinsel Kalıpların Kırılması

Yukarıdaki bölümde biraz genişçe anlatmaya çalıştığım üzere; belki de kavramsal düşüncenin önündeki en büyük engel, zihinsel kalıplarımızdır. Yıllar içinde edindiğimiz alışkanlıklar ve düşünce biçimleri, yeni ve farklı düşünme yollarının önünde bir set oluşturabilir. Bu engeli aşmak için, bilinçli bir şekilde "kutu dışında düşünme" egzersizleri yapabilirsiniz. Örneğin günlük bir nesneyi alın ve onun için alışılmadık kullanım alanları düşünün. Bir kalem sadece yazmak için değil, saç tokası, yer işaretleyici veya mini bahçe çubuğu olarak da kullanılabilir mi? Bu tür egzersizler, zihnimizi yeni olasılıklara açar. Şeylerin üzerinde durduğu bağlamları biraz zorlayın.


2. Belirsizlikle Başa Çıkma

Kavramsal düşünce genellikle belirsiz ve muğlak alanlarla uğraşmayı gerektirir. Bu, birçok insan için rahatsız edici olabilir. Çünkü beynimiz belirsizliği bir tehdit olarak algılama eğilimindedir. Bu zorluğu aşmak için belirsizliklerle barışmayı öğrenmeliyiz. Meditasyon ve mindfulness uygulamaları, belirsizlikle rahat bir şekilde var olmayı öğrenmemize yardımcı olabilir. İnançlı biriyseniz tevekkül ve teslimiyet de çokça fayda sağlayacaktır. Ayrıca "ya öyleyse?" oyununu oynayabilirsiniz. Bir fikir veya durum hakkında sürekli "ya öyleyse?" diye sorarak farklı olasılıkları keşfedebilir ve belirsizliği bir tehdit değil, bir fırsat olarak görmeye başlayabilirsiniz. Tabii bunu yanlış anlayıp da anksiyetenizi tetiklemeyin.


3. Bilgi Eksikliği

Kavramsal düşünce, farklı alanlar arasında bağlantılar kurmayı gerektirir. Ancak yeterli bilgi birikimine sahip değilsek bu bağlantıları kurmak zorlaşır. Bu engeli aşmak için, sürekli öğrenme alışkanlığı geliştirmeliyiz. Her gün yeni bir şey öğrenmeyi hedefleyin. Bu, bir TED konuşması izlemek, bir makale okumak veya yeni bir beceri öğrenmek olabilir. Ayrıca farklı alanlardan insanlarla sohbet etmek, bilgi dağarcığınızı genişletmenin harika bir yoludur.


4. Zaman ve Sabır Eksikliği

Kavramsal düşünce zaman alır. Günümüzün hızlı tempolu dünyasında, derinlemesine düşünmek için zaman bulmak zor olabilir. Bu sorunu aşmak için "derin çalışma" seansları planlayabilirsiniz. Günün belirli saatlerini, dikkat dağıtıcı unsurlardan uzak, derinlemesine düşünmeye ayırın. Telefonunuzu kapatın, e-postalarınızı kontrol etmeyin ve sadece düşünmeye odaklanın. Başlangıçta zor gelebilir, ama zamanla bu, en verimli saatleriniz haline gelebilir.


5. Eleştiri Korkusu

Engellerden en büyüğü bu olabilir. Yen, alışılmadık ve aykırı fikirler üretmek, eleştiriye açık olmak demektir. Bu korku, yaratıcı düşünceyi engelleyebilir. Görüştüğüm çok kişinin "acaba bunu sorarsam aptal görünür müyüm" endişesiyle kendisini sansürlediğine çok şahit oldum. Aptal görünmek umrunuzda olmasın. İş yapın. Keza bu korkuyu yenmek için grupça "kötü fikirler" oturumları düzenleyebilirsiniz. Amacınız mümkün olduğunca çok sayıda kötü fikir üretmek olsun. Bu egzersiz, eleştiri korkusunu azaltır ve yaratıcılığınızı serbest bırakır. Çünkü bazen en iyi fikirler, en kötü görünen fikirlerin içinden çıkabilir.


6. Somut Sonuçlara Odaklanma Baskısı

İş dünyası veya akademik ortamlarda somut ve hızlı sonuçlar elde etme baskısı, kavramsal düşünceyi engelleyebilir. Einstein'ın görelilik teorisi başlangıçta soyut bir kavramdı, ancak bugün GPS sistemlerinden nükleer enerjiye kadar birçok pratik uygulaması var. Acele etmeyin, tuhaf gözükmekten korkmayın.


7. Motivasyon Eksikliği

Kavramsal düşünce, zihinsel enerji gerektirir ve bazen bu enerjiyi bulmak zor olabilir. Bu sorunu aşmak için, kavramsal düşünceyi bir oyun veya macera olarak görmeye çalışın. Kendinize ilginç sorular sorun ve bunları cevaplamayı bir keşif yolculuğu olarak düşünün. Örneğin "Eğer yerçekimi aniden tersine dönseydi dünya nasıl olurdu?" gibi sorular hem eğlenceli hem de düşünce ufkunuzu genişletici olabilir.


Unutmayın, kavramsal düşünce bir kas gibidir: ne kadar çok kullanırsanız o kadar güçlenir. Albert Einstein'ın dediği gibi "Bir problemi onu yaratan aynı düşünce düzeyinde çözemezsiniz." Kavramsal düşünce işte tam da bu yüzden önemlidir. Bize problemleri farklı bir düşünce düzeyinden görme ve çözme yeteneği kazandırır. Bu yeteneği geliştirdikçe, karşınıza çıkan zorlukların üstesinden gelme ve dünyayı değiştirme potansiyeliniz de artacaktır.


Yazıyı daha fazla uzatmamak adına burada kesiyorum. Başka yazılarda tüm bunlara tekrar değineceğim. Son söz olarak; her kavram bir tuğla olsa, bu tuğlalardan bir dünya inşa etmesi sizin elinizde.

Esasında bunca sözü Müslüm Baba şarkısında çok güzel özetlemiş:



Esenlikler...

Comments


IMG_3253.JPG

Merhaba!

Eğer yazılarla ilgili bir görüşünüz veya yorumunuz varsa aşağıdaki yorum kutucuğuna yorumunuzu bırakabilir veya iletişim bölümünden benimle temasa geçebilirsiniz.  Son olarak burada yayınlanan yazıların tamamı şahsi görüşlerim olup hiçbir kurumu veya kuruluşu bağlamadığını hatırlatmak isterim.

İyi okumalar dilerim.

bottom of page