top of page

Bir Şeyi "Kompoze" Etmek

Yazarın fotoğrafı: Oral ToğaOral Toğa

Kompozisyon nedir?

Kompozisyon, çeşitli parçaların bir araya getirilmesiyle bir "bütün" oluşturma sürecidir. Bu kavram, sanat, edebiyat, müzik, ve bilim gibi birçok alanda kullanılır. Etimolojik olarak "kompozisyon" kelimesi, Latince "componere" fiilinden türemiştir ve "bir araya getirmek" anlamına gelir. "Componere" fiili ise "com" (birlikte) ve "ponere" (yerleştirmek) kelimelerinin birleşiminden oluşur. Bu Latince kök, daha sonra Fransızcaya "composition" olarak geçmiştir. Türkçeye de okunuşuyla birlikte Fransızcadan geçmiştir.


Kompozisyon, yaratıcı süreçlerde çeşitli unsurların belirli bir düzen ve uyum içinde birleştirilmesini ifade eder. Sanatta kompozisyon, resim, heykel veya fotoğraf gibi eserlerde görsel unsurların bir araya getirilmesini, edebiyatta ise yazılı metinlerin yapılandırılmasını kapsar. Müzikte kompozisyon, notaların ve ritimlerin belirli bir düzen içinde bir araya getirilmesiyle melodilerin oluşturulması anlamına gelir. Bilimde ve mühendislikte ise kompozisyon, maddelerin veya bileşenlerin belirli oranlarda birleştirilerek yeni malzemeler veya sistemler oluşturulmasını ifade eder. Kompozisyon, bu çeşitli alanlarda hem estetik hem de işlevsel bir bütünlük sağlamak amacıyla kritik bir rol oynar. Kabaca bir ifadeyle bir şeyi, başka bir şeye bağlayarak anlam yaratma diye ifade etmemiz mümkün.


Birisiyle günlük hayatta konuşmaktan tutun bir filmin akışına kadar her şeyin gücü ve akışkanlığı iyi kompoze edilip edilmediğiyle alakalıdır. Bir filmi izlerken kompozisyonu iyiyse filmin akışına kapılırız ve "nasıl bitti anlamadım" deriz. Bir müzikse eğer dinlediğimiz ve sesler iyi kompoze edilmişse "kapılıp gideriz". Ancak bahsi geçen filmin veya kitabın kompozisyonu zayıf ise "ne alaka" der dururuz ve o film veya kitap bir zulme dönüşür. Kişisel sohbetler de böyledir. Olayları ve sözcükleri iyi kompoze eden birine "şiir gibi konuşuyor", "muhabbeti sarıyor" gibi ifadeler kullanılır. ("Bir müzikse eğer dinlediğimiz" diye devrik cümle kurarak akışı bozdum. Muhtemelen cümleyi anlamak için iki kez okumak zorunda kaldınız.)


Hocam dediklerinizi takip edemiyorum?

Bir derstesin. Hocan bir şeylerden bahsediyor ve birden başka konuya geçiyor "ne alaka bir saniye diyorsun." Hocanın kafasında o konuyla diğeri arasında bir bağlantı var. Ancak sende o bağı kuracak bilgi olmadığından her şey kopuklaşıyor. Ve bir süre sonra dersten de kopuyorsun. İşte yazacağınız bir yazıda, yapacağınız bir işte yahut yapacağınız bir konuşmada bu bağlantıları muhataplarınız kuramazsa bir süre sonra dinleyicilerinizin, okuyucularınızın ve çevrenizdekilerin ilgisini kaybedersiniz. Telefona bakarlar yahut yanlarındakiyle konuşmaya başlarlar. İyi bir öğretmenliğin, iyi bir yazarlığın, iyi bir hitabetin, iyi bir yönetmenliğin, iyi bir mimarlığın, iyi bir bestekarlığın, iyi bir ressamlığın, iyi bir patronluğun, iyi bir iş yerinin sırrı iyi yapılmış bir kompozisyonda gizlidir. Çünkü tutarsız, kopuk hiçbir şey yoktur. Hiçbir fazlalık ve eksiklik yoktur.


Cem Yılmaz'ın Mizahı

Başlığı okuyunca "ne alaka" demiş olmanız çok olası. Zaten o yüzden bu başlığı seçtim. Şimdi izleyicimi, dinleyicimi veya okuyucumun ilgisini tutmak için çok kısa bir sürem var. Ya bu başlığı öyle bir kompoze edeceğim ve herkes "vaaay" diyecek ve beyinlerde bir gıdıklama yaratma suretiyle insanların duygu durumuna etki edeceğim ya da altını dolduramayacağım ve "ne diyorsun sen" dedirteceğim.


Cem Yılmaz'ın mizahının tespitler, taklitle, kelime oyunları, interaktiflik vb. birçok yönü var ve bu işi gerçekten etüt ederek yapan birisi. Aylarca çalışan metinleri kullanmasına rağmen yarattığı gelişine konuşma algısı da zaten herhangi güzel bir filmin veya komedinin olmazsa olmazı olan "sahicilik" ve "inandırıcılık" faktöründen ileri geliyor. Söylemeye hiç gerek yok ancak özetle Cem Yılmaz gerçek bir profesyonel. Olayın bizim konumuzla alakalı kısmı ise şu: takip mekanizması.


Takip mekanizması, beynimizin olayları ve bilgileri düzenli ve tahmin edilebilir bir şekilde izleme yeteneğidir. Bu mekanizma, günlük hayatımızda güvenlik ve düzen hissi sağlar. Beyin, olayların belirli bir mantık çerçevesinde gelişmesini bekler ve bu beklenti karşılandığında rahatlar. Bu mekanizma sayesinde, çevremizdeki olayları anlamlandırabilir ve tahmin edebiliriz. Bu da bize güvenlik ve kontrol hissi verir. Ancak bu beklentinin kırılması, yani olayların beklenmedik bir şekilde gelişmesi, dikkat çekici ve duygusal tepkilere neden olabilir.


Cem Yılmaz'ın stand-up gösterilerinde sıkça kullandığı bir diğer mizah tekniği, hikayelerin sonunu getirmemek veya beklenen sonuca ulaşmadan önce başka bir hikayeye geçmektir. Bu yöntem izleyicinin takip mekanizmasını sürekli olarak meşgul eder ve kırar. İnsan beyni, başladığı bir hikayenin veya olayın doğal bir sona ulaşmasını bekler. Ancak Cem Yılmaz, bu beklentiyi bilerek bozar ve böylece izleyicinin dikkatini ve ilgisini canlı tutar. Hikayelerin sonunu getirmemek, izleyicinin zihninde sürekli bir belirsizlik ve merak durumu yaratır. İzleyici, bir hikayenin nasıl biteceğini tahmin etmeye çalışırken, Cem Yılmaz başka bir hikayeye geçerek bu tahmin sürecini kesintiye uğratır. Bu sürekli değişim ve belirsizlik hali, izleyicinin takip mekanizmasını sürekli olarak kırar ve bu da mizahın temel bir unsuru olan sürpriz etkisini artırır.


Bu teknik, izleyicide kahkaha yaratmanın yanı sıra, dikkat ve ilgi düzeyini yüksek tutmanın da bir yoludur. İzleyici, bir hikayenin nasıl biteceğini bilmediği için sürekli olarak dikkatini toplar ve her an yeni bir espri veya sürpriz bekler. Bu dinamik ve tahmin edilemez anlatım tarzı, Cem Yılmaz'ın stand-up gösterilerinin enerjisini yüksek tutar ve izleyiciyle güçlü bir bağ kurmasını sağlar. Böylece normalde mimik bile kıpıdatmayacak dümdüz cümleler bile bu mekanizmanın kırılmasıyla birlikte kahkahalara sebep olur. Cem Yılmaz'ın bütün stand-up showlarının girişine eğer dikkat ederseniz yaptığı ilk şey bu mekanizmayı kırmak üzerine dümdüz konuşmaya başlamasıdır. Bu yüzden gösterinin sonunda "çok şey anlattı ama aklımda hiçbir şey kalmadı" diyor insanlar.


Cem Yılmaz hakkında beş paragraf yazıp da konuyu burada bırakmış olursam sadece bilgi satmış olurum. Bir şeyi uzatmak veya kısa tutmak da kompozisyonun olmazsa olmazıdır. O şey o konuyla alakalı olabilir ama uzarsa veya okuyucunun bağ kurmaya yetmeyeceği kadar kısa kalırsa kompoze olmuş olmaz. Bu kadar uzatmışken eğer buradan tekrar anlatımı konuya çekemezsem bilgi satmış olmakla kalır, kompozisyonu yine bozmuş olurum.

Bu büyük alıntı halinde koyduğum açıklama bile konuya geri dönmek ve kompozisyonu kurmak maksatlı. Aslında özellikle sırf yukarıdaki açıklamayı eklemek adına anlatmak istediğim şeyi bir paragrafa sığdırabilecekken beş paragraf uzattım. Konuyu dağıtmış oldum. Şu da bir anlatım olabilirdi: Önce takip mekanizmasının önemini ve kompozisyonla olan ilişkisini anlatırdım kısaca ve "Cem Yılmaz, birçok tekniğin yanında takip mekanizasını kırarak izleyicinin ilgisini üzerinde tutuyor ve güldürü yaratıyor. Eğer showlarının özellikle giriş bölümüne bakarsanız daldan dala atlayarak ve hiçbir hikayenin sonunu getirmeyerek veya çok sonra getirerek bir anlatı yarattığını görebilirsiniz. İnsanların bu noktadan sonra her şeye güldüğünü göreceksiniz. Özetle takip mekanizmasını kırmak, bazen bir tekniktir. Ancak risklidir." gibi bir cümle yeterli olabilirdi. Beş paragrafa gerek yoktu. Ne yukarıda örnek verdiğim hoca gibi kopuk kopuk gitmeli ne de bu örnekteki gibi uzatmalı. Her bağlantı kararında ve ölçülü olmalı.


Boş Beyaz Bir Kağıtla Bakışmak

Yazar Sidney Sheldon'ın bir sözü vardır: "Boş bir kağıt parçası, Tanrı'nın Tanrı olmanın ne kadar zor olduğunu bize söyleme yoludur." Gelişine konuştuğumuzda bizi rahatsız etmeyen ve tolere edilebilecek olan şeyleri beyaz bir kağıda döktüğümüzde aslında sözlerin anlamsızlığıyla karşı karşıya kalırız. Çünkü her kelimeyi seçmek gerekir. Kalıcı olmasından dolayı da yanlış anlaşılabilecek ifadeleri konuşma içerisinde düzelttiğimiz gibi düzeltemeyiz. Çünkü mimik yoktur, ses tonu yoktur, konuşulan ortamın yarattığı bağlam yoktur vs. Bu yüzden metin üretmek, ilk başlarda zorlar. Bunun bazı teknikleri var. Şimdi biraz bundan bahsedelim.


Adım 1: Bir Fikrim Var!

Muhtemelen bir konuda bir şey yazmak için düşündün ve yazabileceğini düşündüğün bir şey buldun. Hemen kendine şu soruları sor:

  • Yazıyı okuyan kişi metni bitirdiğinde o kişinin ne hissetmesini veya ne düşünmesini istiyorum? Mesajım ne?

  • Hedef kitlem ne?

  • Konu ne kadar güncel ve ilgi çekici?

  • Konu hakkında yeterli bilgiye ve uzmanlığa sahip miyim? Eğer değilsem konuyu araştırmak için ne kadar zamana ihtiyacım var? Araştırması mümkün bir konu mu bu? Araştırma süresi içinde kaynaklara ulaşabilir miyim?

Sorulara yakından bakalım:


Yazıyı okuyan kişi metni bitirdiğinde o kişinin ne hissetmesini veya ne düşünmesini istiyorum? Mesajım ne?

Önce bizi ilgilendiren metin türleri nelerdir bir göz atalım:


  1. Akademik metinler: Bilimsel makaleler, araştırma raporları, tezler, vb.

  2. Görüş yazıları (Op-ed): Gazetelerde veya dergilerde yayınlanan, belirli bir konudaki kişisel görüş ve fikirleri ifade eden yazılar.

  3. Haber metinleri: Güncel olayları ve bilgileri aktaran gazete, dergi veya internet haberleri.

  4. Köşe yazıları: Gazetelerde veya dergilerde belirli bir yazar tarafından düzenli olarak yayınlanan, genellikle görüş ve yorum içeren yazılar.

  5. Blog yazıları: Kişisel veya kurumsal web sitelerinde yayınlanan, genellikle daha samimi ve kişisel bir ton taşıyan yazılar.

  6. Edebi Metin: Romanlar, öyküler, şiirler, tiyatro oyunları gibi sanatsal ve yaratıcı yazılar.


Bunlar dışında teknik metin, senaryo ve diyalog, öğretici metin gibi birçok metin türü daha var. Ben sadece bu altısını buraya aldım.

Kullandığım "ben" dilinden anlaşılacağı üzere şu an okuduğunuz metin bir "blog yazısı" formatında. Ben bu yazıyı hazırlarken okuyan kişilerin rahat okuyabileceği, çok teknik kısımlara girmeden ve yazı yazma ve kompozisyon oluşturmanın en temelini anlayabileceği bir metin hedefledim.


Kolay okunsun diye sanki bir masada konuşuyormuşçasına cümleler kurdum. KAF için yazı yazmak isteyen bir kitleyle konuşuyormuş gibi yazıyorum ve özgüven telkin edici olması için bilgileri elimden geldiğince kolaylaştırarak aktarmaya çalışıyorum. Bu da doğrudan metnin kurgusuna etki ediyor.


Siz de bir kompozisyon oluşturacaksanız önce vereceğiniz mesajı, yani metnin ana fikrini belirlemelisiniz. Yazıyı yazarken her kaybolduğunuzda "bu anlattığım şey anlatmak istediğim şeyle uyuşuyor mu" sorusunu kendinize sorarak yönünüzü bulabilirsiniz.


Hedef kitlem ne?

Hedef kitlenin belirlenmesi en önemli meselelerin başında gelir. Akademik seviyede tarih işiyle uğraşan kişilere İstanbul 1453'te fethedilmiştir gibi bilgiler verilmemelidir. Ancak hedef kitleniz Türkiye'yi hiç tanımayan ve Türkiye'de eğitim görmemiş bir grupsa Türkiye ile ilgili her bilgi değerli olacaktır. Yani aynı şeyi farklı hedef kitlelerine farklı şekilerde aktarmak gerekir. "Ben kime laf anlatıyorum" diye kendinize bir sorun. "Yazıyı kim okusun istiyorum" deyin. Emin olun kelimeleri seçerken, bilgileri kompoze ederken ve seviyeyi belirlerken çok faydasını göreceksiniz.


Konu ne kadar güncel ve ilgi çekici?

Özellikle Op-Ed yazıyorsanız güncel konular üzerine yazmak kitlesel anlamda daha geniş kesime erişim imkanı verecektir. Ancak uzmanlık alanınızla alakalı veya tanıtmak istediğiniz bir şeyden bahsediyorsanız günceli beklemeniz gerekmeyebilir. Başka bir deyişle fok balıkları hakkında yazmak için fok balıklarının gündem olmasını beklemeyin. Ancak akademik konular, güncel konular ve alanınızla ilgili gelişmeler üzerine yazarken muhataplarınızın ihtiyaçlarını ve nabzını tutmak sizi öne geçirecektir.


Konu hakkında yeterli bilgiye ve uzmanlığa sahip miyim? Eğer değilsem konuyu araştırmak için ne kadar zamana ihtiyacım var? Araştırması mümkün bir konu mu bu? Araştırma süresi içinde kaynaklara ulaşabilir miyim?

Herkes, her konunun uzmanı değildir. Uzmanlık meselesi başka, yazmak istediğiniz bir konu hakkında araştırma yapıp öğrenmek başka bir şey. Bu noktada hedef kitleniz çok önemli. Eğer fizik alanında doktora yapmış insanlara yazıyorsanız ve sizin temel fizik eğitiminiz bile yoksa, o konuya girmemenizi öneririm. Özellikle akademik içeriklerde bu konuda hassasiyet gösterilmesini öneriyorum. Yoksa insanı madara ederler.


Ne var ki yazdığınız yerde bir uzmanlık iddianız yoksa, hedef kitleniz sıradan insanlar ise biraz daha rahat olabilirsiniz. Hakkında fikir sahibi olduğunuz ve bir süre üzerine çalışarak bir şeyler yazabileceğiniz konularda çalışmanızı öneririm. Bu insanı geliştiren bir şey ve insan o metni oluşturmaya çalışırken birçok şeyi de öğreniyor. Sıfırdan hiç bilmediğiniz bir konu üzerine çalışacaksanız da kendinize bu konuda biraz süre tanımanızı, sürekli olarak uzman görüşleri almanızı ve okumalarınızı yapmanızı öneriyorum. Okuduklarınızdan çıkan soruları da yine uzman görüşleriyle desteklemenizi ve bunun için uzmanlardan randevu talep edip sohbetler gerçekleştirmenizi tavsiye ederim. Birçok uzman kendisinin çalıştığı konunun ilgi görmesinden hoşnut olacaktır. Utanıp çekinip geri durmayın bu konuda. Kapıları çalmaktan korkmayın. O işi yapan birinin size katacağı şeyi birçok kitap veremez.


Bu sorulara yanıtını verdikten sonra ikinci kısma geçebiliriz.


Adım 2: 1000 Parçalı Yapboz

Oturdunuz, kitaplar okudunuz, makaleler okudunuz, yapay zekaya danıştınız, işin uzmanını gittiniz buldunuz ve dağ yığını gibi verilerle doldu önünüz. Her veri ve bilgi bir puzzle parçasıdır. Bundan büyük bir resim inşasına girişmek için iyi bir kompozisyon gerekir. Aksi halde dağınık bir odadaki eşyalar gibi yazınızda yer alan bilgiler ve veriler darmadağın şekilde uçuşurlar. Bunaltır.


Bu noktada çok özet olarak veri hiyerarşisinden bahsetmek istiyorum. Aşağıda bununla ilgili bir tablo hazırladım. Veri hiyerarşisi ham veriden başlayarak bilgiye, ardından anlamaya ve nihayetinde bilgelik veya içgörüye doğru ilerleyen bir süreçtir. Bu hiyerarşi, en alt seviyede ham ve işlenmemiş gerçekler olan veriyi içerir. Veri, belirli bir bağlamda işlenip organize edildiğinde bilgiye dönüşür. Bilgi, daha derin bir anlayış geliştirmek için analiz edilip yorumlandığında anlama (knowledge) seviyesine ulaşır. Son aşamada, anlama ve bilgi birikimi, stratejik düşünme ve doğru karar verme süreçlerinde kullanıldığında bilgelik (wisdom) ortaya çıkar. Veri hiyerarşisi, bilgi yönetimi ve karar verme süreçlerinde kritik bir rol oynar.


Veri Hiyerarşisi Tablosu


  1. Veri (Data): Tanım: Ham, işlenmemiş gerçekler ve rakamlar. Bağlamdan yoksun oldukları için tek başlarına anlam ifade etmezler. Özellikler: Sayılar, metinler, semboller, gözlemler vb. Örnek: 101, 'Ali', '23.05.2024', sıcaklık ölçümleri.

  2. Bilgi (Information): Tanım: Verinin belirli bir bağlamda işlenmesi ve organize edilmesi sonucu elde edilen anlamlı içerik. Özellikler: Veri, analiz edilerek ve bağlama oturtularak bilgiye dönüştürülür. Örnek: 'Ali, 23.05.2024 tarihinde 101 numaralı odada bir toplantıya katıldı.' Bu cümledeki bilgi, belirli verilerin anlamlı bir şekilde organize edilmesidir.

  3. Anlama (Knowledge): Tanım: Bilginin içselleştirilmesi ve bu bilgiye dayalı olarak örüntülerin ve ilişkilerin tanımlanması süreci. Özellikler: Bilgi birikimi, deneyim ve eğitimle geliştirilir. Anlama, bilgiyi etkili bir şekilde uygulama yeteneğini içerir. Örnek: 'Ali’nin toplantılara katılım düzeni, belirli projelerdeki performansını etkiliyor olabilir.'

  4. Bilgelik (Wisdom): Tanım: Bilginin ve anlamanın derinlemesine kavranması ve bu kavrayışla gelecekteki kararların ve eylemlerin rehberlik edilmesi süreci. Özellikler: Bilgelik, stratejik düşünme, öngörü ve doğru karar verme yeteneğini içerir. Örnek: 'Ali'nin toplantılara düzenli katılımı, uzun vadede takımın verimliliğini artırmak için teşvik edilmelidir.'


Bir araştırma sürecinde bilgileri ve verileri toplarız. Bilgiler arasındaki bağlantıları kurar, verilere anlamlı hale getiririz. Böylece bir resim ortaya çıkar. İşte bu tam da yapbozun parçalarını bir araya getirmek gibidir. Benzer renktekileri bir yere ayrır sınıflandırırız, sonra da parçaların uygunluğuna göre resmi ortaya çıkarırız. Burada uzman görüşü almak, uzmanların kalemlerinden çıkan eserleri okumak veya izlemek resmin ne olduğuna veya olabileceğine dair bize net işaretler verecektir. Çünkü gerçek bir uzman, bilgiyi içselleştirmiş ve bilgeleşmiş kişidir.


Adım 3: Verileri ve bilgileri topladık şimdi ne yapacağız?

Az önce değindiğim üzere önce hedefinizi belirleyin, kitlenizi belirleyin ve sonrasında toplandığınız verileri ve bilgileri buna göre sınıflandırın. Biraz daha basitleştirelim. Örneğin düşünce yazısı yazdığınızı (veya konuşma hazırladığınızı) varsayalım. Araştırmaya ve veri toplamaya hiç ihtiyaç olmasın. Sadece hislerinizi ve düşüncelerinizi anlatacaksınız diyelim. Kompozisyon konununuz "kırmızı" olsun. Yani "kırmızı" hakkında yazacaksınız. Boş bir kağıda bakıyorsunuz, o da size bakıyor. Sahi ne yazacaksınız? Bir başka kağıda taslak olarak aklınızdaki ve içinizdekileri şöyle sınıflandırabilirsiniz:

Bu basit tasnif şeklini akademik metinlere bile uygulayabilirsiniz. Fişler, dosyalamalar vb. bunun için var zaten. Bu sınıflandırmanın ardından hedefinize göre bir yazı oluşturabilir ve tek tek buradan bilgi, veri veya konu seçebilirsiniz. Bunların hepsini bir inşaat malzemesi gibi düşünün. Tek tek tuğlaları, demirleri, camları seçerek bir bina inşa edeceksiniz. Sonraki adımda artık nasıl kompoze edeceğimizden bahsedeceğim.


Adım 4: Bir şeyi bir başka şeye bağlıyoruz.

Cümle içinde kelimeler birbirine, paragrafta cümleler birbirine, bölümde paragraflar birbirine, kitapta/makalede ise bölümler birbirine bağlanır ve nakış gibi kompoze edilerek bir bütün haline getirilir. Şimdi bu nakıştan bahsedelim biraz.


Önce bir paragraftan başlayalım.


Bir paragrafta en az 5 cümle olması iyidir. İki cümle yazıp yeni paragrafa geçmenin anlamı yok. Cümeleler birbiriyle tutarlı olmalı ve şekilsel veya anlamsal bir bağ içermelidir (örnekte göstereceğim) Yeni bir konuya geçene kadar bir paragraf içinde söylenmesi gereken söylenmelidir. Bu yüzden her paragrafa (yazılı olmayan) küçük başlıklar vermek hayat kurtarır. Diyelim ki Türkiye'deki göç sorununun güvenlik yönünü anlatan 10 paragraflık bir Op-Ed yazıyorsunuz. Verileri topladınız, sınıflandırdınız, fikriniz belli, muhatabınız belli... Hemen şu şekilde başlıklandırmalar yapın:


  1. Paragraf: Giriş yap. Bu konuyu neden ele aldığını anlat. Yazının ana sorusunu sor. Bu yazıda ne yazdığını anlat.

  2. Paragraf: Türkiye'nin göç meselesinin tarihinden kısaca bahset.

  3. Paragraf: Türkiye'deki bugünkü durumdan bahset ve elde ettiğin istatistikleri ver

  4. Paragraf: Güvenlikleştirme kavramı nedir bundan bahset.

  5. Paragraf: Göçün insani yönü ile güvenlik yönünün ayrı olarak ele alınması gerektiğini ancak bunun çok zor olduğunu anlat. Zorluğun nedenlerine değin.

  6. Paragraf: Türkiye'de göçün güvenlikleştirildiği yerlerden bahset

  7. Paragraf: Göçlerin tarihte yarattığı güvenlik sorunlarından bahset

  8. Paragraf: Bulduğun veriler ve bilgiler ışığında paralellikler kur

  9. Paragraf: İstatistik ve anket çalışmalarından bahset ve bilimsel verilerle bir önceki argümanını destekle

  10. Paragraf: Sonuç olarak ne söylemek istiyorsan dümdüz bir şekilde fikrini beyan et ve bu kadar lafı neden ettin söyle.


Görüldüğü üzere iki dakika içinde kafadan uydurduğum bir konuda bir görüş yazısı içeriği hazırladım. Paragrafların birbirine nasıl bağlandığına ve anlatılmak istenen noktaya konuyu nasıl yavaş yavaş getirdiğime dikkatinizi çekmek istiyorum. Gördüğünüz gibi omurgayı inşa ettim. Şimdi etlendirmek lazım.


Bir paragrafı oluşturan cümleler arasındaki bağlantılara bakalım şimdi.


Göç konusu teknik bir konu olduğu için böyle bir paragraf yazmayacağım. Ben bambaşka bir konuda saçma gözüken bir metin üzerinden bir kompozisyon kurgulayacağım. Örneği aşağıda tablo olarak hazırladım, paylaşıyorum:


Metin:

Bugün hava çok güzel. Ben bu güzel havalarda yürümeyi çok severdim. Yine böyle güzel havalardan birinde yürüyüşe çıkmıştım. Onu karşımda gördüm. O yürüyüşün hayatımı bu kadar değiştirebileceğini nereden bilebilirdim ki? Bugün ise bu güzel havada yürürken içimde hissettiğim tek şey koca bir boşluk. Sadece yürüyorum. Hava güzel, içim soğuk.


Bu metni tam da bu yazıyı yazarken uydurdum. 20 saniye sürmedi yazması. Paragraftaki ilk cümle "Bugün hava çok güzel". Son cümlem ise "Hava güzel, içim soğuk". Aradaki bağlantı olmasa ve ben sadece bu iki cümleyi arka arkaya yazsam "ne oluyor ya" dersiniz. Koparsınız. İşte niye kopmadınız biraz bundan bahsedelim. Şimdi teknik olarak ne yaptım inceleyelim:

Bu karmaşık şeyden de görüldüğü üzere bazen doğrudan aynı kelimeyi sonraki cümle içinde geçirdim. Kırmızıları takip edin. "Hava güzel" deyip duruyorum. Böylece diğer anlatmak istediğim şeyle somut olarak bağlıyorum. Açık mavilerde ise zamansal ve dönüşümsel bir bağ var. Hava bugün güzel. Ama geçmişte severdim, demek ki bir değişim yaşamışım. "Severim" demiyorum. Yazının devamına bir hazırlık yapıyorum böylece. Nitekim sonraki cümlede "yine böyle..." diye başlıyorum. Bir hikaye anlatımına geçiyorum. "Çıkmıştım" diye bitiriyorum. Sonraki cümlede ise sadede gelip "onu gördüğümü" söylüyorum. Yani "yürüyüş", "güzel hava" ve "o" arasında bir kompozisyon yaratmış oldum. Bir bağ kurdum. Devamında onu görmemin ve o kişinin hayatımda yarattığı dönüşümü anlatan bir cümle kurarak hikayenin çok uzun olduğunu, pek de parlak bir sonla bitmediğini sezdiriyorum. Sonra tekrar geçmişten bugüne bağlıyorum. Direkt "bugün ise bu güzel havada yürürken" diyerek bağlıyorum konuyu ancak sonrasında hissiyatımdan konu açıyorum ve içimde bir boşluk olduğunu söylüyorum. Bir önceki cümlede sezdirdiğim şeyi destekler bir ifade kullanıyorum. Sonra işi biraz şiirselleştirerek duygu yoğunluğunu artırıyorum ve "sadece yürüyorum. Hava güzel, içim soğuk" diyorum. Güzel hava ile iç soğukluğu arasında bir tezat yaratarak okuyucuda duygusal tepki yaratmak istiyorum. Üzüyorum. İmgeselleştirerek okuyucunun aklında yalnız başında yürüyen içi özlemle dolu bir insan görüntüsü canlandırıyorum zihinlerde. İşte tam da bu anda "aga beee" tepkisi geliyor okuyucudan. Oysa ilk cümlemde sadece hava güzel demiştim. Yedi cümle sonra duygusal tepkime yarattım. Kelimelerin gücü...


Kıyaslamak adına aynı hikayeyi kompoze etmeden anlatayım şimdi.


Metin:

Bugün hava çok güzel. Yürürken Ayşe'yi gördüm. Güzel havalarda yürümeyi severim. Ayşe hayatımı çok değiştirdi. Onu gördüğümde hayatımın bu kadar değişeceğini nereden bilebilirdim ki? Yine yürüyorum. Ayşe'yi çok özlüyorum.


Bir şeyler farklı değil mi? Kompoze edilmedi çünkü. Paragraf sorularında sorulan şey aslında budur zaten. Ama o konu başka bir konu. Ona girip de bu yazının kompozisyonunu bozmayalım.


Özetle kompoze edebildikten sonra lafı her yere getirebilirsiniz. Her düşünceyi her şekilde aktarabilirsiniz. İşte bu noktada üslup ve usul devreye giriyor.


Adım 5: Bu nasıl üslup?

Usul her şeydir. Usulsüzce yapılan şeyler iyi niyetle bile olsa başınıza bela olur. O yüzden her şeyi usulüne göre yapmak gerekir. Usul, esastan önce gelir diye boşuna demiyor hukukçular. Sucuklu yumurta pişirecekseniz bile usulü takip etmeniz gerekir. Usul matematiktir çünkü. Değişmez. 2+2 nasıl 4 ise yumurta da sucuktan önce tavaya girmez. Önce sucuk kızaracak, sonra yumurta kırılacak. Yoksa o yemek olmaz. Metinlerin de işte bir matematiği vardır. Bu matematiği bozarsanız o şey içine bilgiler yığılmış bir yığından öteye geçmez. (Bakın sucuklu yumurtadan aldım konuyu metne getirdim, kompoze edebilirseniz sucuktan da bahsedebilirsiniz, hukukçuların laflarından da)


Usul kadar yazıda önemli bir konu daha vardır, üslup. Üslup, yazının vermek istediği mesaj ve hedefiyle bağlantılıdır. Okuyucuyu coşturmak istiyorsanız, kahramanlık hikayesi anlatıyorsanız ona göre, eğer kızdırmak istiyorsanız ona göre kelimeler seçersiniz. Cümleleri ona göre kurarsınız. Muallim Naci rikkat ve cezzar kelimelerden bahseder. Rikkat kelimeler naziktir, kibardır. Misal "Ali öldü." dümdüz bir cümledir. Ama öldü demek yerine "vefat etti", "hakka yürüdü", "rahmete kavuştu" gibi ifadelerde bulunabilirsiniz. Böylece kelimeler üzerine yüklenmiş duyguları okuyucuya ve dinleyiciye geçirmiş olursunuz. Aynı cümleyi şöyle de kurabilirsiniz: "Allah'na kavuştu", "geberdi", "eşek cennetini boyladı", "nalları dikti", "g.tüne pamuk tıktılar"... uzar gider. Bu kelimelerin verdiği duygu açık değil mi? İşte kelime seçimi bu kadar önemlidir.


Akademik bir metin yazıyorsanız duygu taşıyan kelimelerden uzak durmanızı öneririm. Dümdüz kelimelerle ne düşünüyorsanız ondan bahsetmelisiniz. Müphem, belirsiz laflardan da kaçınmak gerekir. "Birçok", "bazı", "biraz", "şey" gibi ifadeler bomboş kelimelerdir. Kullanmayınız. "Bazı şeyler çok kötü" hiçbir şey ifade etmeyen bir ifadedir. "Başkasının sözünü kesmek ve dinlememek çok kötüdür" doğrudan net bir mesaj taşır. Bunlardan uzak durmalısınız. Ancak akademik bir metin veya düşünce yazısı değilse yazdığınız daha özgür hissedebilirsiniz. Yine de dikkatli olun. Kafalara resim çizdiğinizi unutmayın. Anlatmak istediğiniz şeyi yanlış kelimeler ve bağlamlarla ifade ederseniz, o şey ifade edilmiş olmaz.


İkinci bir husus cümlenin kuruluş şeklidir. Öğe dizimi sandığımızın aksine direkt duyguları ve düşünceleri karşıya verir. Birçokları kendini anlaşılmaz, gizli, gizemli zanneder. Ne var ki estetik değerler, neyi güzel bulduğu, nasıl giyindiği, üzerinde taşıdığı semboller vb. hepsi bir dildir ve bir şey anlatır. Ağzı konuşmaz ama güldüğü-ağladığı şeyler, saç kesimi, seçtiği renk, kaşlarını alma biçimi, binlerce kıyafetten seçtiği o kıyafet hep bir şey anlatır. Bir o kadar önemli bir konu ise ağızdan çıkan lafların tonlaması ve cümledeki öğe dizimidir. Buna ek olarak bağlam da en az bunlar kadar anlamda ayırt edicidir (buna döneceğim). Türkçede vurgu genellikle hep sondan bir önceki öğe üzerindedir. Aşağıda bir senaryo kuralım. Diyelim ki arkadaşınız size geldi ve:


Ben seni dün sahilde yürürken gördüm.

Ben seni sahilde yürürken dün gördüm.

Seni sahilde yürürken dün ben gördüm.

Ben dün sahilde yürürken seni gördüm.

Ben seni dün yürürken sahilde gördüm.


Her birinin verdiği duygu başka başka. Her vurgu, aslında bizim için o cümledeki en önemli şeyi ve en çok öne çıkarmak istediğimiz şeyi veriyor. Zaman önemliyse ona göre, mekan önemliyse ona göre, kişi önemliyse ona göre vurguluyoruz cümleyi.


Üçüncü ve en önemli unsurlardan biri ise bağlam. Bağlam bir olayın, durumun, ifadenin veya fikrin içinde gerçekleştiği, oluştuğu veya var olduğu özel koşullar, şartlar veya çevredir. Bağlam, herhangi bir bilginin doğru ve eksiksiz bir şekilde anlaşılması için çok önemlidir. Örneğin, bir cümlenin anlamı, konuşmanın geçtiği ortama, konuşmacıların ilişkisine ve konuşmanın amacına bağlı olarak değişebilir. Benzer şekilde, bir tarihsel olayın doğru bir şekilde yorumlanması, olayın meydana geldiği dönemin siyasi, ekonomik ve sosyal koşullarını anlamayı gerektirir.


Bağlamı dikkate almadan yapılan yorumlar veya alınan kararlar, genellikle eksik, yanlış veya uygunsuz olur. Örneğin bir araştırma sonucunun doğru bir şekilde değerlendirilmesi, araştırmanın tasarımı, örneklemi ve sınırlamalarını göz önünde bulundurmayı gerektirir. Benzer şekilde, farklı kültürlerden insanlarla etkili iletişim kurmak için, her kültürün kendine özgü değerlerini, normlarını ve geleneklerini anlamak ve saygı duymak gerekir. Sonuç olarak, bağlamı anlama yeteneği, doğru çıkarımlar yapmak, uygun kararlar almak ve etkili iletişim kurmak için hayati önem taşır.

Örnekleyelim:


  1. Dil ve iletişim: Kelimelerin ve cümlelerin anlamı, kullanıldıkları bağlama bağlı olarak değişebilir. Örneğin, "o çok sıcak" cümlesi, havadan veya bir kişiden bahsederken farklı anlamlara gelebilir.

  2. Edebiyat ve sanat: Edebi eserlerin ve sanat eserlerinin yorumlanması, genellikle eserin yaratıldığı tarihsel, kültürel ve sosyal bağlamı anlamayı gerektirir.

  3. Tarih: Tarihsel olayların doğru bir şekilde anlaşılması için, olayların gerçekleştiği dönemin siyasi, ekonomik ve sosyal koşullarını bilmek önemlidir.

  4. Araştırma ve akademi: Araştırma sonuçlarının doğru bir şekilde yorumlanması, çalışmanın yapıldığı bağlamı (örneklem, metodoloji, sınırlamalar vb.) dikkate almayı gerektirir.

  5. İş ve yönetim: Kararların ve eylemlerin etkili olması için, organizasyonun iç ve dış bağlamını (pazar koşulları, rakipler, kaynaklar vb.) anlamak önemlidir.

  6. Kültürlerarası iletişim: Farklı kültürlerden insanlarla etkili iletişim kurmak için, her kültürün kendine özgü bağlamını (değerler, normlar, gelenekler vb.) bilmek ve saygı duymak gerekir.


Sonuç Gibi

İyi bir kompozisyon ve tasarım her işte, her sistemde ve her eserde hayati bir role sahiptir. İyi tasarlanmış, iyi kompoze edilmiş bir sistemin önünde pek az şey durabilir. İyi kompoze edilmiş bir sanat eseri büyük keyif verir. Kişisel hayatımızı bile iyi kompoze etmeli, şeyler ve olaylar arasındaki uyumu, bağlamları ve konuları iyi tartmalıyız diye düşünüyorum. Zira bağlamları ve bağlantıları okuyabilmek hayat kurtarır. Hedefe ulaşmayı kolaylaştırır.

Comments


IMG_3253.JPG

Merhaba!

Eğer yazılarla ilgili bir görüşünüz veya yorumunuz varsa aşağıdaki yorum kutucuğuna yorumunuzu bırakabilir veya iletişim bölümünden benimle temasa geçebilirsiniz.  Son olarak burada yayınlanan yazıların tamamı şahsi görüşlerim olup hiçbir kurumu veya kuruluşu bağlamadığını hatırlatmak isterim.

İyi okumalar dilerim.

bottom of page